Çarşamba, Ağustos 30, 2006

StreetPoet'le Bir Söyleşi: "Büyükannem Bir Dişi Godzilla"

StreetPoet genel olarak vampirler, mitolojileri, sinema filmleri, edebiyatı ve gerçeklikleri üzerine düşüncelerini bize açıyor. "Vampir yapanla küçük bir söyleşi":
S: Vampirlerle ilk nasıl tanıştınız, gerçek yaşamda mı?
C: Ne yazık ki, hayır dostum. Bir sinema filmiydi. İlk sinema filmim Tom Holland'ın "Fright Night" (Kokru Gecesi)'ı idi sanırım, film yeni komşularının bir vampir olduğunu keşfeden genç bir çocuk hakkındaydı. Hollywood'un yeni büyük bütçeli bilgisayar efektli filmleriyle kıyaslandığında pek bir şeye benzemez ama benim için en favori vampir filmlerinden biri olacak her zaman. Çünkü herşeyden öte eğlenceliydi.
S: Sizce vampir olmak eğlenceli mi?
C: Seni kimin yarattığına bağlı... Yani birçok insan Anne Rice vampirlerinden biri olmak isteyebilir, ki yarasaya filan dönüşmezler yada o tür şeyler. Hayat doludurlar ve yaşamın lükslerinden keyif alırlar. Diğer yandan, edebiyatta ve filmlerde birçok tür vampir vardır. Ben şahsen sürekli güneş ışığından korkup kaçmaktan çok fazla keyif alacağımı sanmıyorum. Güneşi severim. Güneşin ruh halin üzerinde olumlu etkilerinin olduğunu düşünmez misin dostum?...
S: Belki de haklısınız. Herneyse nerde bu vampirler? Bir tanesini görmek için ölebilirim.
C: Gerçekten mi? Görseydin ölebilirdin zaten...Vampirler çok dost canlısı varlıklar değillerdir, bildiğim kadarıyla, herkesin dayanabileceğinden daha fazla yalnızlığa düşkündürler. O halde onları etrafta görmediğine şaşırmamalı. Diğer yandan, başka birine anlatabilme ihtimalin olmayan bir şey görmenin iyi tarafı nedir sanki...(gülüşmeler)
S: Ama ahali onların varolduğunu söylüyor. Nerden geldiklerini biliyor musunuz?
C: Benim de bu folklorik inanışın ne zaman ve nasıl başladığına dair kendime ait bir teorim var. Mitoloji insanlığın her tür duygu, hayal ve tutkuyu idol haline getirdiği zamanları temsil ediyor. Vampir gücü, dayanıklılığı ve güçleriyle efsanevi tanrı-benzeri bir yaratık. Öyleyse nereden geliyor? Belki de hayallerin ve duyguların dünyasının derinliklerinden, beynimizden.
S: "Bakersdozen"ı yazmaya nasıl ve ne zaman karar verdiniz?
C: Seneler önce, İstanbul'un en eski semtlerinden Beyoğlu'nda yaşayan çok enteresan bir adamla tanıştım. Adı Giovanni Scognamillo'dur, bir levanten ve (herşeyden çok) o zamanlar hakkında çok fazla bir şey bilmediğim bir yazardı. İstanbul'un gizemleri üzerine bir kitap okumuştum ve bir arkadaşım da Pera ile ilgili bir kitap okumuştu, günlük konuşmalarımızdan birinde bu kitapların aynı insan tarafından yazıldığını keşfettik. Ve sonra evine gidip kapısını çaldık, tıpkı vampirlerin yaptığı gibi bizi içeri almasını istedik. Ricamızı kabul edecek kadar nezaket göstermiştir bize...
S:Ve?...
C: Bana bir çok kitap ödünç verdi, Anne Rice'ın vampirleri de dahil olmak üzere. Yaşadığı apartman dairesinden taşınıp benim gibi istenmeyen bir konuktan kurtulana dek, kütüphanesinden faydalanmamı sağladığı için minnettarım ona. Kitap sever biri için sevdiği yazarın kitabının imzalı bir kopyasına sahip olmak harika bir duygudur. Onda böyle düzinelerce kopya vardı. İlk defa, Werner Herzog'un vampir klasiği "Nosferatu"yu onunla birlikte izledim. Bildiğim kadarıyla o Türkiye'deki tek yaşayan vampirbilimcisi ve ünlü Dracula Society topluluğunun da üyesi. Böylece kendi kültürümüzden örnekler aramaya başladım ama yoktu. Bay Scognamillo'nun gerçek bir uzman olduğu Hollywood filmlerinin aptal görünüşlü tekrar yapımları (Drakula İstanbul'da gibi) haricinde. Daha sonra, okumayı seveceğim bir vampir hikayesi yazmaya karar verdim. Dilerdim ki Bay Scognamillo benim için bir tane yazıversin. Çünkü o yaşayan tarihi bir tür karakter. Onunla yüz yüze görüşüp tanıştığım içn mutluyum. Ve eminim hazinelerinin sadeec küçük bir kısmını görebilmişimdir.
S: Onun gerçek bir vampir olduğu söyleniyor...bu doğru mu?
C: "Gerçek" vampirlerle ilgili bir takıntın mı var?...(gülüşmeler) Evet, o gerçek bir vampir diyelim, ne olmuş? Yanındayken bir şey yiyip içtiğini görmedim. Ziyaretlerim sırasında ona getirdiğim hiçbirşeyi yiyip içmemiştir. Bir keresinde de buzdolabını kazara bomboş gördüm, ona getirdiğim vişne suyunu soğutmaya çalışırken. Onu her zaman akşamüzeri ziyaret ettim ve her zaman randevu alarak.
S: Bu da onu gerçek bir vampir yapıyor öyleyse..?
C: Bu onu sadece midesindeki rahatsızlıktan ötürü abur cubur yiyemeyen ve yemeğini dışarıda yiyerek evde bulaşık yıkamak zorunda kalmayan yaşlı bir adam yapıyor. Neticede rahatsız edilmek istemiyor, hepsi bu. Eğer o gerçek bir vampirse o zaman büyükannem de bir dişi Godzilla'dır.
S: Söyleşi için teşekkürler.
C: Bir şey değil. Her zaman dostum.

Karanlık Gökyüzü -özet-

Dikenli tellerin ötesinde deniz kıyısına kadar uzanan boş arazide toplanmışlardı o gece. Altı kişiydiler. Heyecanlı ve hatta bazılarının gergin olduklarını duyumsuyordum. Toprağın üzerine horoz kanıyla çizdikleri pentagramın etrafına dizilen mumlar usulca esen rüzgarda titreşiyordu. İki kız ve dört erkekten oluşan topluluğa yeni katılan kıvırcık siyah saçlı ve yeşil gözlü bir kız içindi bu merasim. Liderleriymiş gibi görünen ?oysa örgütlerinde lider yoktu- dazlak bir genç, karanlığın içinden çıkarak elindeki çantadan çıkardığı kutsal sayılan emanetleri diğerlerinin yardımıyla pentagramın etrafına dizmeye başladı. Üzerine tüy ve et parçaları yapışmış bir kanca, küçük bir kılıç, içinde bir avuç kül bulunan deriden yapılmış bir kutu, metal kapaklı bir kitap ve bakırdan yapılmış bir kupa elden ele dolaşarak özenle yerlerine yerleştirildi. Genç kız heyecanlı olmasına karşın bunu diğerlerine belli etmemekte ustaydı, sadece ilgiyle yapılanları seyrediyor ve dazlak gence gülümsüyordu.
Doğru zaman beklenecekti. Yanlarındaki şarap şişesini açtılar, yeşil gözlü genç kız hariç hepsi şaraptan yudumluyor ve ardından yakılan esrarlı sigaralardan derin nefesler çekiliyordu. Kız, işaret ve başparmağını bir kuş gagası gibi kullanarak dazlak gencin elinden sigarasını kapmaya çalıştı. ?Hayır?, dedi dazlak, ?bilincin yerinde olmalı, sana sigara da şarap da yok?. Kız alay eder gibi: ?Beni o kadar zayıf biri olarak mı görüyorsun T.?, dedi. Kızlardan kızıl saçlı olanı hemen yapıştırdı: ?Zayıf biri olsaydın üye değil sadece kurban olurdun canım, çok iyi biliyorsun sen de.? Örgüt , aşırı hevesli ve daha da önemlisi paralı olan tiplere ?kurban? adını veriyordu. Bunlar örgüt üyesi olan kişilerin bizzat ilgilendiği, asla çekirdek kadroda yer almayan ve her anlamda sömürülmek üzere beyinleri yıkanan önemsiz bir topluluktu. Örgüt yapısı, akit evlerininkinin küçük bir kopyası gibiydi. Kendini, kendi isteğiyle bir akit evi liderine sunan bir ölümlü korunur, avlanmak için kullanılır ve küçük sırrı başkalarıyla paylaşmayı düşündüğü anda da yok edilirdi. Vampir lider, eşiği henüz geçmemiş ölümlüye kanından verir ve o nerede olursa olsun, nereye saklanırsa saklansın daima lider tarafından bulunabilirdi. Gençlerden biri, ?Vakit tamamdır?, diye seslendi sigarasını yere fırlatarak. Kısa sürede pentagramın etrafında yerlerini aldılar.
Genç kız yerden aldığı küçük kılıcın ucuna işaret parmağıyla dokundu. Pentagramın ortasındaki bakır kupaya doğru uzattığı elini karanlık gökyüzüne doğru çevirdi ve avucunu açarak ezberlediği yeminini okumaya başladı. Ben de aklındaki herşeyi okuyabiliyordum: bu geceyi daha önce rüyasında görmüştü, öleceğini görmüştü rüyasında, tam olarak burada ve bu gece...Mutsuz bir çocukluk geçirmişti, zaten bir kaza sonucu doğmuştu, istenmeyen biri olarak dünyaya gelmenin nasıl bir duygu olduğunu kimse anlayamazdı, kendini asla güvende hissetmemişti, daima güvende olduğu bir yer yada ait olduğu bir insan aramıştı. Ama yoktu, onu anlayabilecek hiç kimse olmamıştı. Kendi dünyasında yapayalnızdı çoğunlukla. Bazen kendine bile katlanamıyordu. Tam bunu düşündüğü sırada kılıcın keskin ucunu bileğine batırdı, kan bileğinden ve parmaklarının arasından süzülerek bakır kabın içine doluyordu. Bileğine aşağıya bakan bir haç çizerken canı yanıyor, korkuyordu. Usulca ona arkasından sarılan biri bıçağı tutan elini kavrayıp açılan yara üzerinde sabitledi. Ters çizilmiş haç tamamlandığında bakışları bileğinden pentagramın etrafındaki küçük topluluğa kaydı. Hepsinin de boğazları kesilmiş olarak yerde cansız yattıklarını fark ettiğinde, gözleri dazlak genci aradı, galiba onu seviyordu. Kızın ayakucunda, gırtlağındaki kancayla ona bakan genci fark ettiğinde boynuna batan dişlerin acısıyla son defa gözlerini kapadı genç kız. Anlattıklarım ve anlatacaklarım benim kadar gerçektir.

Umudun Kokusu -özet-

Neon lambalarının kıpırtılı ışığında sürekli olarak renk değiştiren kırmızı deri koltukta gözlerini araladı. Etrafta dans eden kalabalık insan topluluğunun görüntüsü göz kapaklarından içeri akıyordu. Club müziğinin çılgın tınıları kulaklarına sadece ritim ve bas olarak ulaşıyordu henüz. Başını yasladığı yumuşak ve sıcak bir yastık onu kendine yapıştırmış gibi çekiyordu. Başının iki yanında, biri göğsünü okşayan, diğeri ise içinde mor renkli spiral bir kamış ve koyu kırmızı renkli bir sıvı bulunan iri bardağı tutan iki kol vardı. Ne yapması gerektiğinden emin değildi. Göğüs ucunu parmaklarının arasında hafifçe ezen bu eli oradan kaldırmalı mıydı? O elin sahibi kimdi? Buraya nasıl gelmişti?
Hatırladığı ilk şey, bayanlar tuvaletini kullandığı kafede küçük turuncu bir hap almış olduğuydu. Tuvaletten çıkarken çarpıştığı adamı polis zannetmiş ve epeyce korkmuştu. Fakat adam ona bembeyaz dişleriyle gülümsemiş ve galiba beraber bir şeyler içmeyi teklif etmişti. Sonrasında ne yaptıklarını hatırlayamadı. Buraya nasıl geldiklerini de. Kafasının içinde cep telefonunda duyduğu o sesi duydu yeniden: ?Bu akşam saat on buçukta kafede?, bu bir öneriydi. Ve galiba gerçekleşmiş bir öneri... Ama kafenin adını söylememişti o sesin sahibi. Ama birbirlerini bulmuşlardı mutlaka. Sonra da buraya gelmişlerdi, adını bilmediği bu yere.
?Nerdeyiz??, diyebildi. ?Gizli bir yerde?, dedi başını göğsüne yasladığı adam, ?Merak etme burada güvendesin ve peşindekiler seni bulamaz?. Yüksek volümlü müziğin içinde birbirlerini oldukça net duyabiliyorlardı. Peşinde birileri mi vardı hatırlayamadı. ?Kim??, diye sordu bu kez. ?Seni bulduğumda kimden kaçıyorduysan o tatlım?. Kendini oldukça yorgun hissediyordu, bacakları ve kolları uyuşmuştu. Hareket etmeye çalıştığında ?regl? olduğunu fark etti. Utandı, içgüdüsel olarak. Kanın kokusunu duyabiliyordu. Bu kadar yoğun bir kokusu olduğunu hiç fark etmemişti. Bulunduğu yeri bir an önce terk etmesi gerektiğini düşündü ama umudun kokusu duyulmuyordu pek. Adamın bedeni onu mıknatıs gibi kendine çekiyordu.
Onu fark ettiğimde hiçbir şeyden habersizce o koltukta yatıyordu. Bilinçaltı kırılmış bir akvaryum gibiydi, zihnini okumak çok kolay oldu. O gün içinde hamile olduğunu öğrenmişti, erkek arkadaşını aramış ve her zaman buluştukları kafede buluşmak üzere sözleşmişlerdi, gecenin erken saatlerinde birlikteydiler, o adama baba olacağını müjdeledi fakat adam baba olmak için hazır olmadığında ısrar etti, bebeği aldırmayı önerdi, o buna da hazırlıklıydı, izin istedi, tuvalete gitti, çantasından çıkardığı ilaç şişesindeki hapları teker teker yutmaya başladı. Tuvaletten çıkarken çarpıştığı adamı polis zannederek korktu aniden, ölmek istiyordu ve buna kimse engel olmamalıydı. Adam ona gülümsedi, ona yardım isteyip istemediğini sordu ve o daha cevap veremeden bilincini kaybetti... Uyandığında artık geri dönüş için çok geç olduğunu bilmiyordu. Ona çarpan adam için bir avdı sadece, gece bitmeden önce bitecek olan bir hayatı vardı. Gizli bir yere getirilmişti, gizli bir girişi olan ama ölümlüler için hiçbir çıkışı olmayan bir akit evi. Vampir ona istediği şey konusunda yardımcı oluyordu bir anlamda. O koltukta yatarken mağrur bir güzelliği olmasına karşın öyle masum ve öyle kırılgandı ki.
Koltuğa doğru yaklaşıp türdeşimin gözlerine bakarak onu istediğimi söyledim. Alaycı bir ifadeyle teklifimi onayladı, bana ?leş yiyici? anlamına gelen bir jargonla seslenerek, ?Seni bir daha bu akit evinde görmek istemeyiz, onu al ve git?, dedi. Onun liderlerden biri olduğunu hissedebiliyordum ve etrafımda güçlü başka varlıklar olduğunu da. Fakat gitmemize izin verdiler. Onu kucakladığımda durumunu daha iyi anlayabiliyordum, sadece biraz daha geç kalınsaydı eşiği geçmiş olacaktı ve o zaman ona hiçkimse yardım edemezdi. Onu yaşayanların kolay bulabilecekleri bir yere bıraktım. Şimdiyse yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorum. Anlattıklarım ve anlatacaklarım benim kadar gerçektir.

StreetPoet'in Devianart Tecrübesi

StreetPoet vampir hikayeleri için yaptığı ilk çizimini bugün Devianart'a gönderdi. StreetPoet Bakersdozen hikaye sitesi için sıkı çizimler yaparak yardım edebilecek fantezi ve korku seven sanatçıların ilgisini çekebilmeyi umuyor. İşte StreetPoet'in ilk Devianart tecrübesine giden link:
http://streetpoet.deviantart.com/

Istanbul'da 3. Electronica Festivali

Bugün İstanbul'un kuzey kıyısındaki Burç Beach'te İstanbul'un 3. Electronica Festivali düzenleniyor. Festival 18-19 Ağustos 2006 (doğrusu yarın akşam sona eriyor) tarihleri arasında gerçekleşiyor. Eğer gidebilseydi StreetPoet Sasha ve Armin Van Buuren'in performanslarını izlemek isterdi. Yanısıra, Kosheen de live bir konserle listede yer alıyor, yeni electronica-rock albümleri "Damage"'ın da çıkmak üzere olduğu söylenen grubun festivalde yeni şarkılarını da dinlemek mümkün. Eğer giderseniz, müziğin tadını StreetPoet için de çıkarın. Öyle ki StreetPoet'in de müziğe aşık olduğu söyleniyor.

IDW 2006 - İstanbul Tasarım Haftası 2006

StreetPoet'in blog sitesi aynı zamanda İstanbul hakkında çünkü kendisi de orada yaşıyor. 12-17 Eylül tarihleri arasında, StreetPoet şehrin kalbinde, ünlü Altın Boynuz üzerinde ve kıyısında, Eski Galat Köprüsü civarında yapılacak olan tasarım fuarını ziyaret etmeyi umuyor. StreetPoet haricinde, dünyaca ünlü bir çok tasarımcı da orada olacak. Ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz:
http://www.istanbuldesignweek.com/
Bu İstanbul'un, StreetPoet'e yazmak konusunda değilse de, sanatçıya nasıl ilham verdiğini görmek açısından bir fırsat.
(not: Güzel bir şehirdir İstanbul, hala görmemiş olanlar için ölmeden önce mutlaka görülmesi gerekenlerden...)

Yağmurda Gözyaşları -özet-

Onu bulduğum geceyi şöyle anlatabilirim ancak: Otobüsten indikten sonra hızlı adımlarla ana caddeye ulaşmak üzere karanlık bir ara sokağa sapmıştı. Yüreği bir davul gibi hızla çarpıyordu. Etrafındaki insanların bu sesi duyduklarına inanırdı eğer bir an olsun sessiz ve kıpırtısız kalabilselerdi. Ama yaşam akıp gidiyordu ve dur durak bilmeyen bir çağlayan gibi insan seli pompalanıyordu şehrin kalbine. Bu devasa kalbin yanında onun yüreği duyulamazdı.
Onu kollarının arasına almak istiyordu, bedenini yanında hissetmek, onunla uzanmak. Yüreği bu arzuyla çarpıyordu, kendini paralarcasına, kanatırcasına çarpıyordu. Ne yaptığının farkında bile değildi. Çılgın bir ritim duygusu vardı, caddede yankılanan müzikler ve insan sesleri birleşerek müthiş bir kakofoni oluşturuyordu. İnanmadığı bir şeye sahip olmuştu ve buna inanmak istediğine karar verdiğinde ise kaybetmişti onu. Yaşamın acımasızlığı kanını donduruyordu ve duyduğu acı ile katılaştığını hissediyordu. Hareket etmeliydi yoksa ölecekti, emindi bundan. Zaman nasıl bir hırsızdı öyle, herşeyini elinden alması nasıl da kolay ve fark edilmez olmuştu. Onu görmeye ihtiyacı vardı, başka yüz ve kimliklerde de olabilirdi ama sadece onu istiyordu. Umutsuzca arandı durdu, yürümek yormuyordu işte, acı dinmiyordu ve yürek susmuyordu yine de... Ölümü düşündü ama kendisininkini değil, hepimizin olanı, hepimize ait ölümü. Aşk kadar güçlü olabilir miydi ki o? Aşk kadar apansız, soğukkanlı, umarsız.
Bir yağmur başladı. Gözyaşları da yüreği gibi küçük kalmıştı yine. Düşen her damla, biten her ilişki, solup giden çiçekler, ne anlamı vardı? Yine de aşk yağmaya, bitmeye ve solmaya devam edecekti. O da devam edecekti. İçindeki korkunç acıya rağmen yaşayacaktı. Bir bedel ödemek gerekse bile, bu bedel hiç ödenmese de o devam edecekti. Onun yalnız ve üşümüş olabileceğini düşündü. Yalnızlık, üşümek kadar doğal mıydı? Neden bunu kabul etmiyordu. Yıldızları düşündü, uzay boşluğuna fırlatılmış milyar çarpı milyar tane yalnızlık. Uçsuz bucaksız mesafelerde tek başlarına üşüyorlar mıydı? Onların içinde de yanan şey aşk değil miydi? Yakmayan ateşlerle dolu bir gökyüzü dolu yalnızlık. Yaratıcının aşkıyla yanan ve ondan kopan parçalar ona geri dönebilir miydi? Onun için yanıp yakılıp parlayan ve herkesin gözü önünde kayıp giden bir yıldız gibiydi o gece.
Onu geri istiyordu, mengeneler arasına sıkışmış bir ruhun çığlıklarıyla alev alev. Tıpkı kalabalığın içinde defalarca görüp kaybettiği o gözler gibi, bana ait olan o alevli gözler. Peşinde birinin varlığını hissettiğinde aklında o vardı. Onun gelip kendisini bulmasını istiyordu. Doğru olan da buydu belki, adil olan yani. İçinde bir mekanizmanın küçük tıkırtılarla dişlileri hareket ettirdiğini, zaman ve mekanda farklı bir boyutta birbirine eşitlenen, eşleştirilen kavramların yavaşça yer değiştirdiğini duyumsuyordu. Yalnızlık, yeraltı nehrinde onu karanlığın dibine sürükleyen kayığın kendisiydi. Karanlığın içinde parlayan o iki göz ona doğru yaklaşıyordu. Yüreği daha yavaş çarpıyordu oysa. Duyduğu sıcaklık yükselen ateşi miydi yoksa durup dururken alev alev yanıp küle dönüşen şu insanlardan biri mi olmak üzereydi, bilmiyordu. Başının döndüğünü, kulaklarının uğuldadığını ve gözlerinin yukarı doğru kaydığını hissetti. Kalabalığın içinden fırlayıp bir gölge gibi onu bayıldığı an kucakladığımı ve ışık hızıyla oradan uzaklaştığımızı ne o ne de diğerleri fark edemedi. Ama henüz bitmedi. Anlattıklarım ve anlatacaklarım benim kadar gerçektir.

Yeni Türkçe Site De Yayında

StreetPoet şimdi de iftiharla sunar...yeniden elden geçirilmiş çift-dil seçeneği (türkçe-ingilizce) sunan Bakersdozen websitesi bugün yayında.
http://www.geocities.com/vbakersdozenv/
StreetPoet yaratıcı çizer dostları umutsuzca yardıma çağırıyor. (Bu bir iş ilanı değil, üzgünüz, StreetPoet bu bedelsiz uğraşınızın bedelini ödeyebilecek kadar zengin olabilmeyi dilerdi) Çizimlerinizi streetpoet-s@hotmail.com adresine yollayarak kendi isminizle sitede yada blog içerisinde gösterilmesini sağlayabilirsiniz, yada StreetPoet'i iletişim listenize ekleyerek onunla online olduğu her an tanışabilirsiniz.
Kısacası, artık şu ana dek yayımlanan bütün vampir hikayelerini iki dilde de okuyabilirsiniz. İyi okumalar diler, İstanbul'da geçen bu vampir hikayelerinden keyif alabilmenizi umarız.

Bakersdozen'ın Baş Karakteri Üzerine

StreetPoet burada hikayesinin sadece bir özetini yayımlarken, vampir baş karakteri hakkında kısa bir tanımlama yapmak istiyor:
"İnce ve uzun, iyi bir fiziği var.
Yirmili yaşlarının sonunda.
Doğal kesim siyah kısa saçları var.
Buzmavisi gözleri var, bunlar özellikle onu çok çekici kılıyor.
Bebekyüzlü biri değil, erkeksi bir güzelliği var.
Biseksüel bir adam ve kendine iyi bakıyor.
Cihangir'de yalnız yaşıyor, bi tür "free lance" vampirizm.
Hiç vampir arkadaşları yok, genelde yalnızlığı seviyor.
Boğaziçi'ne bakan bir dairesi var.
Pera civarında takılıyor ama her zaman değil.
Dekorasyon konusunda yetenekli biri, biraz da Epikür sayılır.
Post-modern feng-shui, minimalizm ve biraz da gotik ve pop seviyor.
Alternatif rock, electronica, yanısıra opera ve senfonik rock dinliyor.
Snob görünüyor ama artık insan olmasa da hümanist biri o.
Süper kahramanlar gibi kostüm giymiyor.
Kırmızı, siyah ve gri tonları seviyor.
Zincirleri yada küpeleri yok, kişisel aksesuarlarla arası pek yok.
Kot ve kovboy çizmelerini seviyor, belki de aksiyon sevdiği için.
Giyimi salaş değil, şık bir görünümü var.
Kurbanlarını kötülerden seçiyor.
Her vampirin olması beklendiği üzere entellektüel biri.
Güneş gözlükleri yok çünkü güneşe çıkmıyor.
İçkisi yada sigarası yok, doğal olarak zaman zaman kan içiyor.
Kurt yada yarasaya dönüşmüyor, haçtan, kutsal sudan yada sarımsaktan korkmuyor."
StreetPoet çizim yapmak isteyenler için de şunları söylüyor:
"Işık ve gölgeyi çok kullanmaktan çekinmeyin.
(not: hikayenin içinde ışık ve gölge iyi ve kötüyü temsil ediyor)
Ayışığı, mum ışığı, yıldız ışığı yada şehir ışıklarını ve bunlara karşılık gölgeleri, sisi, pusu, yağmur perdesini, ıslak sokakları kullanabilirsiniz.
Pera ve İstanbul genelinde hakkında daha çok şey öğrenmelisiniz, eski taş binalar ve metropolün insan kalabalığı hakkında da.
Billboardları, arabaları vb. insan hayatına dair metalaşmış herşeyi dekoratif ögeleriniz olarak kullanabilirsiniz."
StreetPoet yakında baş karakteri hakkında daha fazlasını sizlerle paylaşacak.

Gece Işıkları -özet-

Gece ışıkları yapay cam bilyalar arasından odaya süzülüyordu. Pencerede perde yoktu, onun yerine bu cam boncuklar vardı işte. Pencerenin dışındaki ağacın üzerinden karanlık boğazın suları ve ışıktan yapılmış bir şehrin manzarasına bakıyordum. Mum ışığında parlayan gözlerimin ardında hiçbir şey yok gibiydi, ne bir kalp ne de bir ruhtan söz edilemezdi o bakışlarda. Etrafta başkalarının olduğunu hissediyordum sezgilerimle, kendim gibi başkaları da vardı. Fakat daha derinlerde çok daha yabancı bir duygu daha vardı. Kırılgan, zarar gören, yok edilen, acıyla dolu bir ruh.
Ezici bir güzelliğim olduğu söylenirdi hep, ve bu etkileyici görünümüm benim kalkanım, silahım, hatta savaşım olmuştu. İnsanlar bana istediği gibi davranır ve ben de umursamazdım. Bir vampir olarak ciddiye alınsam da alınmasam da fark etmezdi. Gerçektim, onların arasındaydım ve onlarla besleniyordum. Bir şekilde varolduğum sürece bana ne dedikleri yada ne yaptıkları önemsizdi. Gündüzü hatırlamıyorum ama onu da yaşadığıma eminim. Portakal rengi güneş, mutfağımda kahve yapan bir sevgili, kahvaltıya çağrıldığımı duyduğum halde uyumayı tercih edişim...Gündüz böyle bir şeydi işte. Vampir olduğumu biliyorum ama bunu kendime ispat edemeyecek kadar şuursuzca beslenir ve gün doğmadan mutlaka evin yolunu bulurum. Bilincim sadece yalnız olduğum zaman benimledir. Yalnız olmaktan nefret ediyor insanlar, bense bunu gidermek için çalışıyorum. O gece de yalnız birini bulmak çok kolaydı, galiba böyle avlanıyorum, bilmiyorum.
Bu şehri seviyorum, gecenin üzerinde kadife bir elbise gibi şık durduğu nefis bir kadına benziyor. Bu şehrin güzel insanlarıyla beslenmekten de keyif alıyorum. Bazen alımlı bir kadın yada çekici bir erkek yalnızlığıyla ilgilenmem için bana başvururdu. Ben de istediklerini yapardım ve sonra da kendi istediklerimi. Vampir olduğuma inanmasam bu insanların gün ışığıyla kaybolduklarına inanacağım. Bir varlar sonra da yok oluyorlar. İstem dışı bir durum bu. Olagelmiş bir durum. Aşk diyordu buna insanlar, acı çekiyorlardı bunun için. Yine de daha fazlasını istiyorlardı. Her an daha fazlasını. Onların yüzündeki dehşet ve şehvet çizgileri tamamıyla aynıydı. Genellikle ne hissettiklerine karar veremeden seans bitiyordu. İçgüdüsel olarak mekanı terk ettiğimi hatırlamam ve son olarak ne gördüğümü de. Sonrası sadece doygunluk hissi veren bir şarabın tüm bedenimde dolaştığını duyuyorum ve bu sarhoşluğu eve taşıyorum. Sonrasında da dipsiz bir uyku var.
Diğer vampirlerin en az benim kadar kendi türlerini umursamadığını görebilecek kadar bile sorumluluk duymuyorum onlara karşı. Olup olmadıkları, yada kaç tane, nerede ve nasıl oldukları hiç umurumda değil. Onlara her yerde rastlıyorum zaten ama bir an için bile ihtiyaç hissetmedim herhangi birine. Yoluma çıkan birkaçını arkadaşım "SON" ile tanıştırdım. Nasıl yaptığımı bunu tekrar yapmam gerektiğinde hatırlayacağım nasılsa.
O anda sadece o yabancı duygunun kaynağına ulaşmaya çalışıyordum. Karanlık bir sokaktan ışık dolu bir caddeye fırlayan ince, uzun bir gölge gördüm aklımın içinde. Kim olduğunu bilmiyorum, sadece bu durumda varolmayı başarabilen bir varlıktı. Hayat çok gariptir, gerçekten. Yaşayan ölüler, yakmayan ateşler ve gerçek olan düşlerle doludur çoğu zaman. Bana benzeyen ama benden çok daha duyarlı olabilen bir enerji formatıyla karşılaşmamıştım hiç. Çıkıp onu aramaya karar verdim. Belki de onun yerine başka bir yalnız ruh bulacaktım, bilmiyorum. Hayatın bir vampir için bile süprizlerle dolu olduğu da bir gerçektir. Acının izini sürmek üzere açık pencereden ışığın içine akıp gözden kayboldum. Ama henüz bitmedi. Anlattıklarım ve anlatacaklarım benim kadar gerçektir.

Big Bang Blog!... yeni bir başlangıç

Bu blog çoğunlukla StreetPoet ve onun fantastik hikayeleri ile ilgili. Aslında, anlatacak çok şeyi var ama onun eserlerini kitapçılarda göremezsiniz. O henüz "keşfedilmedi" ama öncesinde çalışmalarını daha çok göstermesi gerekiyor. Evet, ***SPOILER***StreetPoet çalışmalarını daha önce de online yayımlamıştı ve o şimdi yeni bir başlangıç için geri geliyor. Vampir hikayeleri kolleksiyonu "Bakersdozen", Istanbul'da geçen 13 parçalı bir hikaye, okumanız için bir kez daha bu blogdan geçit yapacak, bir başlangıç olarak tabi ki. StreetPoet aynı zamanda hikayelerinin okurlarının gözünde daha iyi canlanabilmesi amacıyla bazı sanatçıları da bir ortak çalışma için ilham vermeye çalışıyor.
Bir yazar olarak, StreetPoet kurguya eşlik eden görsel sanatların çoğunlukla vazgeçilmez olduğunu düşünüyor. (not: bir kimseye rüya gördüremezsin ama görmesine yardımcı olabilirsin) StreetPoet'in bunun için fazlasıyla yardıma ihtiyacı var. Hikayelerini beğenen ve ona yardım etmek isteyenler, lütfen StreetPoet'le temasa geçin, yardımınız fazlasıyla takdir edilecektir.
Hayır, StreetPoet siz insanları korkutmak istemiyor, o bir tür "dost canlısı hayalet" işte bilirsiniz. Sadece kafasında bazı sorular var. O sadece düşüncelerini paylaşmak istiyor, her blogcunun yaptığı gibi. İşte başlıyoruz...big bang blog!