Pazar, Temmuz 01, 2007

Dracula: Anlatılmayan Gerçekler

Yıllar önce Dracula’nın bir korku romanı kahramanı olmasının ötesinde gerçekten yaşamış tarihi bir kişilik olduğunu öğrendiğimde bunun vampirlerin gerçekten varolduklarına dair bir kanıt olduğunu düşünmüştüm. Oysa Bram Stoker’ın hayal gücüne borçlu olduğumuz vampir kont Dracula karakteri ile Wallachia prensi Dracula çok farklılar. Sanılanın aksine Türklerin “Kazıklı Voyvoda” olarak adlandırdığı prens bir vampir değil. Üstelik tarihte baba-oğul olmak üzere iki Dracula var. Bunlardan ilki 1395 ile 1447 yılları arasında Transilvanya’da yaşayan Mircea cel Batran’ın oğlu Vlad II Dracul. Vlad II Dracul, Roma Katolik kilisesine bağlı olarak Transilvanya ile Wallachia arasındaki ticaret yollarını Osmanlılara karşı korumakla görevlendirilen bir prens olarak yaşadı. Dracula yani “Ejderhanın Oğlu” adını ise Macar Kralı Sigismund’un 1408’de kurduğu “Ejderha Yoldaşlığı”nın bir üyesi olmasından aldı. Dracula, Wallachia köylülerinin dilinde “şeytan” anlamında kullanılıyordu. 1944’te Osmanlılar’la barış anlaşmasını bozan yeni Macar Kralı Vladislaus, general John Hunyadi komutasında bir orduyla Türkleri Avrupa’dan atmaya karar verdi. Düzenlenen haçlı seferine krallık adına savaşmayı reddeden Vlad II Dracul oğlu Mircea II adındaki oğlunu savaşa göndermeye Papa tarafından razı edildi. Bu arada Vlad II’nin 3 oğlu vardı, Mircea II, Vlad III ve sonradan müslüman olan Radu. Ne var ki haçlı ordusu Varna’da bozguna uğradı.1447’de Vlad II Dracul ve oğlu Mircea’nın (canlı olarak gömüldüğü söyleniyor) Hunyadi’nın emriyle öldürüldükleri biliniyor. Babasının ve ağabeyinin ölümünün ardından tahta geçen Vlad III ise Hunyadi ile arasındaki anlaşmazlığa son vererek Osmanlılar’a karşı savaşmaya karar verdi.

Bram Stoker’ın esinlendiği oğul Dracula, Vlad Tepeş ise 1431 ile 1476 yılları arasında yaşadı. Vlad III, Vlad II ve Moldovyalı bir prensesin oğlu olarak dünyaya geldi. Ayrıca Vlad III’ün iki karısı ve üç oğlu olduğu biliniyor. Dracula hükümdarlığı süresince uyguladığı aşırı acımasız cezalarıyla ün saldı. Belki de Bram Stoker’ın romanının kahramanı olarak Dracula’yı seçmesinin en önemli nedeni de budur. Vlad III, Wallachia’yı koruyarak Osmanlıların Avrupa’ya açılmasını engelleyen en önemli liderlerden biri oldu. Kendisine karşı gelenleri kazığa geçirerek öldürtmesi en bilinen özelliğiydi, Türklerin verdiği lakap ise buradan geliyor. Vlad III, Türklere karşı savaşmayı reddeden babası ve müslüman olan kardeşi Radu’ya hiç güvenmedi. Hunyadi’nin güvenini kazanan Dracula, nefret ettiği Osmanlı hükümdarı Sultan II. Mehmet’e karşı mücadele verdi. Fakat Osmanlıların Transilvanya’ya girmesi fazla uzun sürmedi. 1462 ile 1474 yılları arasında Macar kralı Matthias Corvinus tarafından hapsedilen Vlad, kardeşi Radu’nun ölümünden sonra yeniden tahta geçti. Ne var ki, Vlad tahtında uzun bir süre oturamadı. 1476’da Osmanlılar’ın Wallachia’ya girmesiyle birlikte öldüğü biliniyor. Dracula, hükümdarlığı süresince Targovişte ve Bükreş’te yaşadı. Yaptırdığı ünlü Poienari şatosu ve öldükten sonra gömüldüğü söylenen (henüz mezarı bulunabilmiş değil) Snagov gölü yakınlarındaki manastır bugün hala ziyaret edilebilir. Poienari şatosu aynı zamanda Dracula’nın ilk karısının şatoya okla fırlatılan hileli bir mesajı okuduktan sonra kendisini şatonun hemen altındaki Argeş nehrine attığı yer olarak da biliniyor. Nehrin diğer adı ise Raul Doamnei (Hanım’ın nehri). Dracula’nın ölümüyle ilgili birçok söylenti var. Bükreş yakınlarında Osmanlılar’a karşı giriştiği savaşta öldürüldüğü yada avlanırken Wallachia’lı derebeylerince suikaste kurban gittiği bu söylentiler arasında. Diğer bir söylentiye göre Vlad’ın kesik kafası bal içinde korunarak İstanbul’a gönderilmiş ve sultanın emriyle bir kazığa geçirilerek sergilenmiş.

Vlad Tepeş, Romanya kültüründe dürüstlüğü ve keskin adaletiyle ünlü bir halk kahramanı olarak hatırlanıyor. Öte yandan Vlad’ın fazlasıyla şiddet yanlısı ve acımasız bir hükümdar olduğu da söyleniyor. Hükümdarlığı döneminde işkencelerden aşırı derecede korkan halk arasında hırsızlığın nerdeyse hiç görülmediği biliniyor. Alman tarih kayıtları Vlad’ın sadist bir canavar olduğuna işaret ederken Rus tarih kayıtları Vlad’ı acımasız ama adil bir prens olarak gösteriyor. Yetişkin yada çocuk, asil yada köylü ayrımı yapmadan uyguladığı cezalar onun acımasız ama adil olduğunu düşündürmüş olabilir. Kendisini ziyarete gelen Floransalı ve Osmanlı elçilerin huzurunda çıkarmadıkları şapkalarını kafalarına çivilettiği söyleniyor. Vlad’ın yaşadığı topraklara düzenlenen seferler, Sultan II. Mehmet’in 40.000 askerinin ölümüne neden olmuş. Öte yandan kadın iffetiyle ilgili saplantılı olduğu da söylentiler arasında. Vlad’ın en sevdiği işkence methodu olan yağlı kazığa geçirme uzun ve acılı bir yöntem olması nedeniyle uyguladığı diğer onlarca işkence yöntemi arasında ona atfedilmiş bulunuyor. Kurbanların bazen günlerce acı çektiği bu eziyetin ardından cesetleri kazığa geçirilmiş halde çürümeye bırakılıyordu. Vlad’ın kitlesel kazığa geçirme cezalarını kurbanların karşısında yiyip içerken izlediği döneme ait bir tahta baskı resim de var. Vlad’ın Braşov’da bir seferde kurallarına uymayan 30.000 tacir ve memuru kazığa geçirdiği de tarihe geçmiş.

Romanya’da “strigoi” ve “moroi” olarak adlandırılan ölümden dönen kötü ruhlara dair eski bir inanış vampir inanışının temelini oluşturuyor. Buna rağmen Bram Stoker’ın 1897 tarihli hikayesinde anlatılan vampir kontun hikayesiyle benzerlikler taşısa da Vlad III sanıldığının aksine Romanya’da bir vampir olarak tanınmıyor. Bram Stoker’ın Macar asıllı profesör arkadaşı Arminius Vambery’nin yazara bu ünlü karakterden bahsetmiş olmasından şüphe ediliyor. Öte yandan, Macar söylentileri arasında esir düşen Vlad’ın diri olarak toprağa gömüldüğü halde mezarı yeniden kazıldığında bulunamadığı ve yılar sonra şatosunda esrarengiz ölümlerin görüldüğüne dair hikayeler de var. Ayrıca Dracula romanının daha çok genç bakirelerin kanıyla banyo yapmaktan hoşlanan Elizabeth Bathory ile ilgili efsanelere dayandığı iddia ediliyor. Bram Stoker’ın ünlü kontunu Vlad III’ün yaşadığı Wallachia yerine kuzey Transilvanya’ya yerleştirmiş olmasının nedeni ise belki de romanın yazıldığı dönemde bile bölgenin batıl inançlarının hala yoğun olması ve ortaçağdaki dokusunu koruması olabilir.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home