Perşembe, Ağustos 31, 2006

Ölümsüzlük Üzerine Paulo Coelho

Paulo Coelho StreetPoet'in her zamanki favori yazarıdır. StreetPoet, okuma şansı olan birçoklarının hayatını değiştiren kitap "Simyacı"yı okuduğundan bu yana yazarın büyük bir hayranıdır. Paulo Coelho'nun "Işığın Savaşçısı" adında bir sitesi var (http://www.warriorofthelight.com/), yazar burada makalelerini okuyucularıyla paylaşmaktadır (Paulo Coleho'dan bu gibi harika makaleler almak için kayıt yaptırabilirsiniz) ve ayrıca yazarın bir de blog sitesi mevcut (http://paulocoelhoblog.com/warrioroflight/), burada ise dost okuyucular düşünceleri ve yorumlarıyla katkı sağlıyor.
Şans eseri, StreetPoet Işığın Savaşçısı'nın son sayısının "ölümsüzlük" ve tabi vampirler üzerine olduğunu keşfetti. StreetPoet bu makaleyi ilgilisiyle paylaşmak istedi. İşte burada:
"İnsanlar değişimlere nasıl tepki verir?
Fena. Her zaman çok fena. Tüm dünyadaki en yaygın mitlerden biri de bu fikri yansıtan -vampir miti- dir.
Vampir nedir? O varoluşunun belli bir anında ölümsüz haline getirilmiş biridir. Diğer bir deyişle, o andan sonra bedenleri doğanın normal akışını takip etmez, sonsuza dek genç kalırlar ve yaşlanmanın getirdiği problemlerle ilgilenmek zorunda kalmadan istedikleri sürece yaşamayı sürdürürler.
Vampirin tek besini her gün birazcık kandır, ciltleriyle ilgili tek endişeleri güneşe maruz kalmaktır -diğer yandan, bu sonsuz yaşamın imkanlarından faydalanmak adına ödenen çok küçük bir bedeldir.
Bir tek şey dışında: vampirler zaman içinde durur, dünya zamanla değişmeyi sürdürürken. Her zaman alışık oldukları herşey değişmeye başlar ve bu değişime ayak uydurabilmek için fazlasıyla zamanları olduğu halde, tamamen ölümsüz olmayı arzularlar çünkü yaşadıkları dünyadan mutludurlar. Bu değişimlere eşlik etmeyi umursamazlar. 1986 Dünya Kupası finallerinde vampire dönüşmüş bir bireyi düşünün. Uçaklarda sigara içebilmekteydi, televizyonda hangi kanalı izleyeceğini asla şaşırmazdı -seçenekler öylesine azdı. Sex sembolü bir aktrisi beğeniyordu, bütün karbüratörlerden anlardı ve kendi sosyalist ideali için savaşırdı, Sovyetler Birliğinin eninde sonunda daha ehil bir hükümete sahip olacağına ve (proleterya denilen) insanların arzularına saygı gösterileceğine ikna olmuştu.
Bir gün 22 yaşında bir sosyoloji öğrencisine aşık oldu. Onun güzelliğine, şevkine ve idealine hayrandı. Onu da bir vampire dönüştürmeyi teklif etti ama kadın reddetti -çok fazla korku filmi izlemişti. O da aşıktı adama ve onu kaybetmek istemiyordu, ama ilişkilerinin devamlılığı için tek bir koşul öne sürüyordu: adam asla onun kanını emmemeliydi. Vampirin bu sözü tutmaktan başka seçeneği yoktu. Sicil dairesinde evlenerek ölümcül haçlardan kaçınmış oldular.
Aradan yirmi yıl geçti -yada doğrusu uçup gitti, çünkü başka dört Dünya Kupası yapılmıştı. Önceki üniversite öğrencisi artık 42 yaşındaydı, bir bankada çalışıyordu (işsizlik problemler nedeniyle) yada öğrencilik yaşamını haklı çıkarmak istercesine anlamsız Masters ve Doktora tezleri yazıyordu. Karbüratörler dünya üzerinden silinmişti. Korku içinde, bir dergi sayfalarında eski sex sembolünün artık vir plastik, Botox ve silikon yığınına dönüşmüş bir hibrid olduğunu görüyordu, yüzü tonlarca makyajla kaplıydı. 200 TV kanalı olduğu halde hala eskisi gibi aynılarını izlediği için suçluluk duyuyordu.
Sovyetler Birliği dağılmıştı. Sevgili sigaralarını bırakmak zorunda kalmıştı (üstelik sağlığına zarar vermediği halde, vampirlerin ölümsüz olduğunu unutmayın), çünkü sigara içmek imkansız hale gelmişti, ya yasalar yüzünden yada restoranlarda ona nasıl baktıklarını görmekten. Hepsinden kötüsü: herkes chat, Internet, iPod, rave vesaire hakkında konuşuyordu. Vampir ayak uydurmaya çalışıyordu ama herşey tamamen karmaşık, rahatsız edici ve anlamsız geliyordu ona. Bilgisayarlara bir diş sarımsağa bakar gibi bakıyordu -korku ve yetersizlikle karışık. Bunlardan biriyle asla baş edemezdi, defalarca denese de.
Dostları emekli olmuş, günlerini kağıt oynayarak geçiriyordu -onlar da bilgisayarlarla nasıl uğraşılır bilmiyorlardı ama umursamıyorlardı da, grup hep birlikte yaşlanmıştı, aynı ilgi alanlarına sahiptiler ve tecrübelerini paylaşabiliyorlardı.
Vampirler ise genç kalırlar. Ölümsüz. Artık sonsuz bir depresyonla yüzleşmişti. İntiharı denedi, güneşe çıkmayı yada haçlara bakmayı, bunların Kilise tarafından yaratılmış mitler olduğunu ve kendine zarar vermediğini öğrenmek üzere.
Tek bir avuntusu vardı: hakkında herşeyi bildiği tek bir politik figür vardı hala (çünkü dünyadaki tüm diğer hükümet başkanları değişmişti) Ama Fidel Castro da ölecekti. Ve sonra hiçbir şey, vampirin bir zamanlar öylesine sevdiği dünyasından tamamiyle hiçbir şey kalmayacaktı geriye."
Yayın no#128, 30 Ağustos,2006, Paulo Coelho.

Sevgi Sözcükleri -özet-

Bilgisayarının düğmesine bastı ve bir iş günü daha sona ermiş oldu kadın için. Çekmecesine uzandı, küçük makyaj çantasını alıp tuvalete gitti. Aynada yüzüne dikkatlice baktı, dudaklarını gererek dişlerini gösterdi aynadaki kadına. Makyajını tazeledikten sonra ofise dönüp çantasını alarak asansöre gitti. Her zaman istediği kadına dönüşebilirdi artık. Tam bu sırada cep telefonu çaldı, ekranda yanıp sönen bir numara ve bir isim, ona bir an önce çözümlenmesi gereken problemleri hatırlattı. Eve gitmek, o adamı görmek ve onunla birlikte olmak istemiyordu. Telefona cevap vermeyi de istemiyordu fakat buna mecbur hissetti kendini, telefon bir süre çaldıktan sonra mavi düğmeye basarak konuşmaya başladı: ?Sevgilim, şu anda toplantım hala devam ediyor... Evet, ben de seni çok özledim bebeğim....Hmm, yarın akşam görüşürüz, olmaz mı canım?... Ben de seni seviyorum sevgilim. Hoşça kal.? Konuşma sona erdiğinde telefonu tamamen kapattı, bu akşam için onu arayan hiç kimse ona ulaşamayacaktı.
Az sonra, lüks bir barda tek başına bir masada oturuyordu. Kendine bir içki ısmarladı önce. Sigarasını yakıp derin bir nefes çekti, ciğerlerine dolan duman dolgun dudaklarının arasından süzülüyordu. Etrafında bir çok yabancı vardı, onunla ilgilenen biri olup olmadığını kontrol ediyordu içki bardağının üzerinden bakarak. Evet, biri vardı, her zaman biri olurdu mutlaka. Barda tek başına oturan, düzgün giyimli ve yakışıklı genç bir adam arada sırada ona doğru bakıyordu. İlk adımı gizlice atan hep o olurdu, o akşam da bunu yapmak sorun değildi. Kaçamak bir bakış attı adama. Sadece gözlerine baktı adamın ve sonra yavaşça bakışlarını masaya devirdi. Bar oldukça kalabalıktı ve duvardaki lambaların güçsüz ışığı altında, çalan müzikle birlikte ağır ağır hareket eden bir duman kümesinin ardından onları izliyordum ben de. Genç adam, ağır adımlarla kadının masasına yaklaştı ve ona eşlik edip edemeyeceğini sordu. Kadın gülümseyerek kabul etti adamın teklifini. Birlikte bir şeyler içtiler, birbirlerine müzikten, içkiden ve diğer kişisel zevklerden söz ettiler. Kadının bu denli cesaretli oluşu genç adamı etkiliyordu. Adam konuşurken kadının göğüslerine, dudaklarına ve gözlerinin içine bakıyordu şehvetle. Kadın da adamı inceliyordu, özellikle de giderek vücudunda dolaşmasını arzuladığı uzun ve düzgün parmaklı bakımlı ellerine. Az sonra kadın yavaşça elini onun bir elinin üzerine koydu. Adam garsonu çağırdı diğer eliyle. Hesabı ödedikten sonra bardan birlikte ayrıldılar. Kadın, yürürken adamın koluna girmişti ve kendini gecenin ilerleyen saatlerinde yaşayacağını düşündüğü heyecana hazır hissediyordu. Biraz yürüdükten sonra, kadının oturduğu apartman dairesine geldiler. Kadın izin isteyerek banyoya gittiğinde, adam bir sigara daha yaktı. Sinirliydi, elleri titriyordu, ?onu öldürmeliydi?.
Adam başarılı bir cerrahtı ama özel hayatı tam bir fiyaskoydu. Çocukluğunda yaşadıkları onu bütün kadınlardan soğutmuştu, öncelikle de annesinden. ?Sevgilim?, diyordu ona annesi, ve diğer sevgi sözcükleri... Kadınlara baktığında, duyduğu şehvetle birlikte, annesinin kendisine dokunan hayalini görüyordu. Bu hayali daha önce defalarca görmüştü ve bu durum birkaç kadının da ölümüne sebep olmuştu ister istemez. Vampirler, bilinç altında uyuyan canavarlardan çok daha masumdur, inanın. Psikolojik bozuklukları olan insanların bilinç altına inmek bazen gerçekten zordur. Onu tam olarak anlayabildiğimi sanmıyorum aslında, tüm bunları uydurmuş olması ihtimali de olduğunu belirtmem gerek. Hatta bu nedenle zihinsel bozukluğu olan birini asla eşikten geçmemelidir. Bu türler, eninde yada sonunda ya kendilerine yada bağlı oldukları akite zarar verirler. Doğrusu, akit toplulukları hiçbir zaman umurumda olmadı, tıpkı onların da benim gibi yalnız avlananları pek umursamadığı gibi. Uzun bir bekleyişten sonra, kadın banyodan çıktı. Açık pencerenin karşısında gecenin içine bakıyordu adam. Kadın üzerindeki havlunun aşağı doğru kayıp gitmesine izin verdi. Çırılçıplaktı yine, adama yaklaştı ve ona arkasından sarıldı. Adamın ceketini çıkardığı sırada onun boynundaki kanlı ısırığı fark etti. Adam ona yüzünü çevirdi ve onun gözlerinin içine baktı. Kadının gördüğü şey kendi ölümüydü. Ama henüz bitmedi. Anlattıklarım ve anlatacaklarım benim kadar gerçektir.

ICON reklamı: Bir sonraki oyuna dek hayatta kal...

ICON, diğer adıyla, "İstanbul Üniversitesi Bilimkurgu ve Fantezi Klübü" Kasım 2006 için yeni bir toplantıya hazırlanıyor. Bu seneki buluşmanın sempozyumunun yeni başlığı: "yeni bir dünya yaratmak" diye belirlenmiş. Bu etkinlik boyunca sinema gösterimleri ve canlı role playing oyunları fantezi severleri bekliyor. İşte etkinliğin websitesine bir link:
http://www.iubkfk.com/icon/sempozyum.html
Yanısıra, StreetPoet burada vampir dostu yetenekli genç yönetmen Hamatula'nın çektiği "ICON reklamını" da iftiharla sunar. Ve bütün izleyenlere bir tavsiye: hayatta kalmak için iyi şanslar...:)
http://www.youtube.com/watch?v=QRzxiU93CoM
Oyun asla bitmez...

V-Haber: Yeni Epik Bir Hikaye Keşfedildi...

StreetPoet, bu aralar İzmir'de ve Trakya'da kol gezen bazı dost vampirlerle tanıştı. Onlar Vanthe (nam-ı diğer; Victor Dereniari) ve Wyern (nam-ı diğer; Torman) hakkında epik bir hikaye yazıyor. Bu iki vampir savaşçı, ailesi Osmanlı askerlerince Konstantinopolis'in Fethi sırasında öldürülen İstanbul (ve Trakya)'un kötü vampir kraliçesi Morag'a karşı savaşıyorlar. Hikaye şehrin tarihçesinin gerisine uzansa da aslında günümüz İstanbul'unda geçiyor. Bir zamanlar aynı kişilerin yazdığı bu hikayeye dayanan bir FRP oyununun üyeleriyken, bu iki yazar bu hikayeyi hak ettiği gibi romanlaştırmaya karar vermişler.
Onların vampir dünyasında yeraltında, dağ dehliz ve tünellerinde insanlardan uzak yaşayan vampir krallıkları var. Bu dünyadaki bütün vampirler kötü değil. Tam tersine, çoğu birbiriyle barış içinde ve zarar vermeksizin insanların dünyasından ayrı bir yerde yaşıyorlar. Ama kötü bir kraliçe, hem diğer vampirlerin hem de insanların düşmanı olarak, insan ırkını tehdit etmek üzere kendi vampir ulusunu köleleştiriyor. Onun kötü emellerini durduracak hiçbir vampir yokken, yaşlı bir Türk vampiri Wyern ve onun Romalı arkadaşı Vanthe bir araya gelerek kötü kraliçeyle yüzleşiyorlar. Kendi geçmişi hakkında unutkanlık çeken Angelus ve ailesi kraliçenin acımasız ordusu tarafından öldürülen Damdla'nın yardımlarıyla.
Ne yazık ki bu destana bir göz atabileceğimiz bir site henüz yapılmamış. Dost vampirlerimiz ise bir başka kitap üzerinde çalışıyor, işin aslı, Ravenloft (vampir, canavar, zombiler vs. ile dolu bir kabus dünya) hakkında bir komedi bu. StreetPoet, onların gelecekteki projelerini duyurmaktan da memnunluk duyacak, öyle ki güzel şehir İstanbul'un, tarih ve vampirlerle de dolu bir şehir olarak, etrafına yeni bir gizem perdesi daha ören başka vampirlerin de olduğuna şahit olmaktan çok keyif aldı yazarımız.

O Ölmedi...Pembe Bir Vampir Mi Oldu?

Altı yıl önceydi, başladığında, "onu eve götüremeyeceğimizi" söylüyordu. Zaman içinde rock yapan bir asiye dönüştü ve onu "yanlış anladığımızı" gösterdi gerçekten, bu pembe saçlı kadının kaderinde bugün olduğu özgün rock yıldızı olmak vardı. Bir de Grammy kazandı, Baz Luhrmann'ın "Moulin Rogue"'u (StreetPoet'in favori müzikal filmidir) için film müziği olarak kullanılan, Missy E, Mya, Li'l Kim ve Christine Aguilera ile birlikte söylediği "Lady Marmalade"
(not: Avustralyalı yönetmenin filmi aynı oyuncularla Londra'da müzikal oyun olarak sahneye taşımak istediği söyleniyor) Derken kendimizi "bunu dene"rken bulduk: daha fazla müzikal renklere sahip bir Pink, ta ki "ölmedim" diyerek durumunu itiraf edene kadar. Yoksa pembe bir vampir mi oldu?...
Ve sonunda 8 Eylül'de Pink, Istanbul göklerinde süzülmeye geliyor, bu aynı zamanda onun doğumgünü ve başlayacak olan Avrupa turnesinin ilk durağı. Bütün vampirler tabi ki "Park Orman"a davetli, çünkü Pink de orada son zamanlardaki "ölümsüz" hit parçasını mutlaka söyleyecek:
"Ölmedim sadece havada süzülüyorum,
Kormuyorum sadece değişiyorum,
Sen çatlaklardan sızan günışığımsın benim..."

Düşler ve Beyaz Kurt -özet-

Güneş henüz doğmamıştı, ben biraz erkenciyim, her zamanki gibi... O hala uyuyor olmalı, düşler aleminde bir yerlerde. Gece bir düş gördüm onunla, onun düşüydü bu. Ben aslında hiç düş görmem, sizin düşleriniz benim gerçeklerimdir. Upuzun bir otoyol boyunca yürüyordu düşünde, bu yol şehirlerden, köylerden, dağlardan, tepelerden, ırmaklardan, cılız derelerden, yani her yerden geçiyordu. Bir süre sonra hava karardı ve yanından geçen arabaların ışıklarını izleyerek karanlıkta yoluna devam etti. Ta ki yol karanlık bir ormanın içine dalana kadar. Önce çok rahat, huzurlu ve korkusuzdu yürürken fakat birden bir şeyler hissetti, yalnız değildi. Ve panik duygusu ile adımlarını sıklaştırdı ama etrafını net olarak göremediği için tehlikenin nereden geleceği de belirsizdi. Ve yanından geçen bir araba ondan sadece yirmi beş yada otuz metre uzaklıkta, yolun onun yürüdüğü kısmında duran bir silüeti aydınlattı. Bembeyaz vahşi bir kurttu bu ve aç görünüyordu. Arkasına baktı ve o upuzun yolda başka bir araba daha olmadığını fark etti. Saat oldukça geçti ve otostop yapmaya kalksa bile onu kimse arabasına almazdı bu saatte. Kaçınılmazdı olacaklar. Tehlikeye arkasını döndü ve gelip onu alması için beklemeye başladı. Aklına yapacak hiçbir şey gelmedi, yani ağaca çıkmak, koşmak, dua etmek vb. şeyler....ve uyandı, düş sona erdi. Yanında yatan vahşi beyaz kurda sarıldı...
Saat 19:50 şimdi, çoktan eve döndüm bile, hatta hava da iyiden iyiye karardı. Dün gece konusunda söylemek istediklerim var şimdi sırada. Bilmem ona ne kadar belli ettim ama ondan gerçekten hoşlandım. Sadece ona söyleyemedim bunları. Bir anlamı olmayacaktı ne de olsa. Gözlerine baktığımda içeride gerçekten kırılmış ama bunun ne anlama geldiğini pek bilmeyen bir çocuk gördüm. Onu yaralayan bir şeyler vardı ve bunları benimle paylaşmayacaktı. Sorularıma o kadar dürüst cevaplar verdi ki, sadece susması gerektiğini düşündüğü o ana kadar. Ve lanet olsun dedim ben de, neden böyle insanlar hep kırılmak zorunda, neden bu kadar incinmek zorundalar? Ve herşeye rağmen nasıl bu kadar güçlü ve bu kadar emin olabiliyorlar kendilerinden.? Keşke daha farklı bir dönemde tanışsaydık, mesela onun gibi bir ölümlü olduğum zamanlarda... Keşke o da benim gözlerimin içine bakabilseydi ve herşeyi görebilseydi içimde. Peki ne görürdü?...
Dün gece için en doğrusunu yapmış olduğumu düşündüm. O sadece bana sarılmak ve beni öpmek istedi o kadar. Çünkü ben pek çok anlamda bir-sıfır yenik başlamıştım geceye ve iç güdülerim duygularımdan daha baskındı her zaman...şimdi gülüyorum... ?Her neyse, sana dün akşam için teşekkür ederim ve de özür dilerim: öncelikle sana kendini iyi hissettirmeyen sorular sorduğum için, ki hepsinin cevabını biliyordum. İkincisi sana karşılığı olmayan bir şeyler hissettiğim için, ki sorun değil. Üçüncüsü o anda sana karşı dürüst olabilecek kadar cesur olmadığım için. Bazen bunun gerçekten benim kişisel ?lanet?im olduğuna inanıyorum. Hep imkansız şeyler hissederim ben ve de dünkü gibi yanlış yerlerde ve zamanlarda, yanlış insanlara rastlarım. Ne zaman birine karşı bir şeyler hissetsem karşımdaki kişinin içinde dolaşan bir hayaletle de savaşmak zorunda kalırım ben, ve hayaletler hep kazanır... Ama hayat her zaman acı olamayacak kadar kısadır, ve bunu hiç düşünmeyiz, ölümü aklımızdan bile geçirmeyiz, ve kurt bir gün aniden karşımıza çıkar, ona karşı koymak için elimizden hiçbir şey gelmez. Orada öylece durur ve beyaz kurdun avı olmayı bekleriz.?
?Hiç hesapta olmayan bu fırtına dinene kadar seni görmemem daha doğru olur. Sadece mutlu ol bir an önce, birilerinin seni sevmesine izin ver ve tekrar keyif almaya başla yaptığın işten, içtiğin sigaradan, sudan... Cennetine sahip çık. Yüzündeki o kocaman gülümsemeyi düşündüm şimdi, gerçekten o kadar büyük ve muhteşem ki, sana o kadar yakışıyor ki, bu ?güneşi? esirgeme hiç kimseden. Bu arada bugün hava kapalı ve güneş de olmayacak. İşte senin için bir fırsat... Ve bana şans dile, bulunduğum bu durumdan kurtulabilmem için, bunu yapmayı isteyebilmem için ve yeniden başlayabilmem için. Seni unutabilmem için...? Ama henüz bitmedi. Anlattıklarım ve anlatacaklarım benim kadar gerçektir.

Çatıdaki Aziz Muamması

Bu St.Andrew da kim?...
Geçmişte birçok kez bu gizemli ismi sevgili StreetPoet'imizden duymuş olduğumuz üzere, bu konu üzerinde küçük bir araştırma yapmanın zamanının geldiğine karar verdik. Eğer farkettiyseniz, bu gizemli "aziz"e Bakersdozen hikayelerinde de bilinçaltı bir gönderme yapılıyor. (ö.o. B-hikayesi #13)
StreetPoet'in çalışma masasının çekmecelerinde aynı ismin üzerlerinde yazılı olduğu birkaç sayfa da bulmuştuk, gizemli bir "çatıda" ekiyle birlikte.
Bu "standrewsontheroof" da ne? Bir "Aziz Andrew" mu yoksa "Aziz Andrews" mu?
Yazarımızın sorularımızı cevapsız bıraktığı üzere, biz de ismi arşivlerde aradık ve bu gizemle ilgili enteresan ipuçları bulduk.
Öncelikle, eski bir inanışa göre tüm Romanyalı vampirlerin St.Andrew Yortusu'nda "aktif" olduklarına inanılıyor, bu gün 30 Kasım olarak biliniyor ve aynı zamanda da İskoçya'nın da ulusal bayramı. Vampirler için önemli diğer bir gün ise, St. George's Yortusu, yani 23 Nisan. Bu iki yortu gününde de inançlı kimseler ölümsüzlere karşı geleneksel önlemlerini alıyorlardı.
Aziz Andrew ise İsa'ya ilk inananlar arasında olup on iki havariden biridir, çapraz haçı (bir saltir) ile tanınır. Bizim için en önemli özelliği ise, azizin Bizans'ın ilk piskoposu (Konstantinopolis Patriği) olmasıydı, ki Bizans Istanbul'un eski isimlerinden biridir. Patras (Yunanistan)'da çarmıha gerilerek öldüğü ve bedeninden geriye kalanların önce Konstantinopolis'e, daha sonra da Vatikan'a ve Papa 6. Paul emriyle gene Patras'a götürüldüğü söylenmektedir.
Pratik zekamızı kullanarak, "standrewsontheroof"un hikayede önemli bir yeri işaret eden "çatıda bir saltir -yada haç-" olabileceğini düşündük.
Gerçekte bunun ne olabileceğine dair okurlarımızın yorumlarını bekliyoruz...
StreetPoet bizi farklı isimlerle şaşırtmaya devam ederken, efsane gözler önüne serilmeye devam ediyor...

Mezarlık Hırsızları -özet-

Taşıdıkları anlamın çok dışında olan başka anlamlar da yüklenebilen kelimeler gibidir insanlar. Ben bile, zihninizi okuyabildiğim, bilinçaltınızın karanlık dehlizlerine bir ?hırsız? gibi kolayca süzülebildiğim halde sizi tam olarak tanıyabildiğimi söyleyemem. Mükemmel olmanızı kimse beklemiyor fakat vasattan berbata kadar oldukça geniş bir panorama oluşturduğunuz da bir gerçek. Hırslarınızın sıklıkla sizi ölüme sürüklediğini görüyorum. Tıpkı soğuk bir kış gecesinde mezarlıkta rastladığım o iki hırsız gibi. O gece kısa yoldan bir servet yapmak için oradaydılar... Onlara paranın da satın alamayacağı değerler olduğunu uygulamalı olarak öğretmem gerekti. Öğrencilerim, dersten sonra sınıfta kalacaklardı biraz daha...
Bulutlu bir geceydi, ay bulutların arasından göz kırpıyordu ara sıra. İhtiyar bekçi mezarlığın kapısını çoktan kilitlemiş, akşam yemeğinden sonra hafif hafif kestirmeye başlamıştı. Uykusu ağır olmadığı için en ufak tıkırtı da gözlerini aralayıp etrafına bakınır, gerek duyduğunda ise elindeki fenerle mezarlık içinde kısa bir gezintiye çıkardı. Ölüleri seviyordu,çünkü onlardan zarar gelmezdi, son ıstırahatlarında huzurlu bir uyku uyumaları için duacıydı onlara. Benim gibi ?hortlak?lara da hiç rastlamamıştı ve de inanmıyordu, Tanrıya inanan biriydi o ve bu da ona yetiyordu çoğu zaman. Karısını ve çocuklarını kaybettiği yangında hayatta sahip olduğu herşeyini kaybetmişti ama yine de Tanrının ona ikinci bir şans verdiğini düşünmüştü, isyan etmeyi değil. Bazen küçük çocuk mezarlarının başına oturup onlarla konuşur, kendi çocuklarını hatırlayarak gözleri dolardı.
Hırsızlar, yüksek duvarları aşıp sessizce mezarlığa girdiklerinde bir mozalenin çatısına uzanmış gökyüzünü seyrediyordum. Beni kolaylıkla görebilirlerdi, mezarlıktaki sayısız heykellerden biri sanmasalardı tabi ilk bakışta. O gece orada bulunmamın nedeni ise uzun zaman önce ,ben henüz sizlerden biriyken, kaybettiğim bir dostumu ziyaret etmekti. Mozalenin içinde anne ve babasınınkinin ortasında duran resminin bazen benimle konuştuğunu duyardım, belki de hala onunla konuşmaya ihtiyacım duyduğum içindi bu, bir çeşit halusinasyon. Fakat o gece mezarlık çok sessizdi, ne var ki hırsızların oldukça sessiz olmalarına rağmen çıkardıkları gürültüyü duymak vampir kulakları için de çok kolaydı. Mezarlığın ortasına doğru ilerlediler, karanlıkta oldukça rahat hareket ettikleri gözümden kaçmıyordu, tıpkı birer vampir gibi. Oysa onları izlediğimi hissetmediler bile. Genç olan sordu: ?Burası olduğuna emin misin abi? Karanlıkta hepsi de birbirine benziyor?. Diğeri fısıldayarak, ?Sessiz ol, bekçiyi uyandırmayalım, bana tarif edilen yer işte burası, adımlarını sen de saydın değil mi? Tam tamına ellidört adım demişti hanım?.
Soymaya çalıştıkları mozalenin kapısı açık bırakılmıştı, bunun planlı bir soygun olduğu belliydi. Mezar sahiplerinden biri, biraz para karşılığında bu iki hırsızı kiralamış, son ziyaretinde mozalenin duvara olan uzaklığını adım adım ölçmüş ve sonra da bilerek mozalenin kapısını açık unutuvermişti. Hırsızların düşüncelerinden okuduğum kadarıyla bu işi planlayan dul bir eşti ve paraya ihtiyacı vardı. Sevgili eşinin aile yadigarı olarak mozalesine konmasını vasiyet ettiği antikaları istiyordu. Bu soygundan sonra mezarlık bekçisinin de işine son verilecekti belki de. Hırsızlar mozaleye girip buldukları eşyaları çuvallarına doldurduktan sonra kapıya yöneldiklerinde mozalenin kapısının açılmadığını fark ettiler. Karanlıkta kapalı kalmışlardı ve korkuyorlardı. Bağırıp yardım isteyemezlerdi, ihtiyar bekçi ikisini de polise teslim ederdi çünkü. Ama yine de bağırdılar. Korkudan ve soğuktan camlaşan gözleriyle boğazlarına yapışan ölümü görmeye çalıştılar nafile. Karanlıktan yükselen boğuk sesleri duyan bekçi gözlerini araladı. Bir karabasan olmalıydı sadece, tıpkı bazen yaşam gibi. Anlattıklarım ve anlatacaklarım benim kadar gerçektir.