Perşembe, Ağustos 31, 2006

Mezarlık Hırsızları -özet-

Taşıdıkları anlamın çok dışında olan başka anlamlar da yüklenebilen kelimeler gibidir insanlar. Ben bile, zihninizi okuyabildiğim, bilinçaltınızın karanlık dehlizlerine bir ?hırsız? gibi kolayca süzülebildiğim halde sizi tam olarak tanıyabildiğimi söyleyemem. Mükemmel olmanızı kimse beklemiyor fakat vasattan berbata kadar oldukça geniş bir panorama oluşturduğunuz da bir gerçek. Hırslarınızın sıklıkla sizi ölüme sürüklediğini görüyorum. Tıpkı soğuk bir kış gecesinde mezarlıkta rastladığım o iki hırsız gibi. O gece kısa yoldan bir servet yapmak için oradaydılar... Onlara paranın da satın alamayacağı değerler olduğunu uygulamalı olarak öğretmem gerekti. Öğrencilerim, dersten sonra sınıfta kalacaklardı biraz daha...
Bulutlu bir geceydi, ay bulutların arasından göz kırpıyordu ara sıra. İhtiyar bekçi mezarlığın kapısını çoktan kilitlemiş, akşam yemeğinden sonra hafif hafif kestirmeye başlamıştı. Uykusu ağır olmadığı için en ufak tıkırtı da gözlerini aralayıp etrafına bakınır, gerek duyduğunda ise elindeki fenerle mezarlık içinde kısa bir gezintiye çıkardı. Ölüleri seviyordu,çünkü onlardan zarar gelmezdi, son ıstırahatlarında huzurlu bir uyku uyumaları için duacıydı onlara. Benim gibi ?hortlak?lara da hiç rastlamamıştı ve de inanmıyordu, Tanrıya inanan biriydi o ve bu da ona yetiyordu çoğu zaman. Karısını ve çocuklarını kaybettiği yangında hayatta sahip olduğu herşeyini kaybetmişti ama yine de Tanrının ona ikinci bir şans verdiğini düşünmüştü, isyan etmeyi değil. Bazen küçük çocuk mezarlarının başına oturup onlarla konuşur, kendi çocuklarını hatırlayarak gözleri dolardı.
Hırsızlar, yüksek duvarları aşıp sessizce mezarlığa girdiklerinde bir mozalenin çatısına uzanmış gökyüzünü seyrediyordum. Beni kolaylıkla görebilirlerdi, mezarlıktaki sayısız heykellerden biri sanmasalardı tabi ilk bakışta. O gece orada bulunmamın nedeni ise uzun zaman önce ,ben henüz sizlerden biriyken, kaybettiğim bir dostumu ziyaret etmekti. Mozalenin içinde anne ve babasınınkinin ortasında duran resminin bazen benimle konuştuğunu duyardım, belki de hala onunla konuşmaya ihtiyacım duyduğum içindi bu, bir çeşit halusinasyon. Fakat o gece mezarlık çok sessizdi, ne var ki hırsızların oldukça sessiz olmalarına rağmen çıkardıkları gürültüyü duymak vampir kulakları için de çok kolaydı. Mezarlığın ortasına doğru ilerlediler, karanlıkta oldukça rahat hareket ettikleri gözümden kaçmıyordu, tıpkı birer vampir gibi. Oysa onları izlediğimi hissetmediler bile. Genç olan sordu: ?Burası olduğuna emin misin abi? Karanlıkta hepsi de birbirine benziyor?. Diğeri fısıldayarak, ?Sessiz ol, bekçiyi uyandırmayalım, bana tarif edilen yer işte burası, adımlarını sen de saydın değil mi? Tam tamına ellidört adım demişti hanım?.
Soymaya çalıştıkları mozalenin kapısı açık bırakılmıştı, bunun planlı bir soygun olduğu belliydi. Mezar sahiplerinden biri, biraz para karşılığında bu iki hırsızı kiralamış, son ziyaretinde mozalenin duvara olan uzaklığını adım adım ölçmüş ve sonra da bilerek mozalenin kapısını açık unutuvermişti. Hırsızların düşüncelerinden okuduğum kadarıyla bu işi planlayan dul bir eşti ve paraya ihtiyacı vardı. Sevgili eşinin aile yadigarı olarak mozalesine konmasını vasiyet ettiği antikaları istiyordu. Bu soygundan sonra mezarlık bekçisinin de işine son verilecekti belki de. Hırsızlar mozaleye girip buldukları eşyaları çuvallarına doldurduktan sonra kapıya yöneldiklerinde mozalenin kapısının açılmadığını fark ettiler. Karanlıkta kapalı kalmışlardı ve korkuyorlardı. Bağırıp yardım isteyemezlerdi, ihtiyar bekçi ikisini de polise teslim ederdi çünkü. Ama yine de bağırdılar. Korkudan ve soğuktan camlaşan gözleriyle boğazlarına yapışan ölümü görmeye çalıştılar nafile. Karanlıktan yükselen boğuk sesleri duyan bekçi gözlerini araladı. Bir karabasan olmalıydı sadece, tıpkı bazen yaşam gibi. Anlattıklarım ve anlatacaklarım benim kadar gerçektir.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home