Pazar, Mayıs 13, 2007

Çatıdaki Aziz

Dinlemekten keyif aldığım o aryadaki gibi günün ilk ışıklarına sahibim ben, oysa başkaca çok az şeye... Yaşadığım çatı katından her akşam izlediğim manzara da nefes kesicidir. Bazı geceler sevdiğim bir plağı emektar pikabıma yerleştirdikten sonra küçük balkonunun kapısını açar, demlediğim çay eşliğinde bu nefis manzarayı her defasında hayran kalarak yeniden keşfe dalarım. Geldiğim ülkeyi artık özleyemeyecek kadar uzun süre yaşadım bu şehirde, üstelik burada olmaktan da mutluyum. Yalnız başıma sürdürdüğüm yaşam mücadelesinde tek dayanağım güçlü bir inanca sahip olmaktır bence. İnançlı olmak, bana göre üzerinde gittiğin yolu bilmek demektir. Yoksa ne kadar kaybolmuş ve çaresizdir şu insanoğlu, ne anlamı vardır ki var oluşunun yada tam tersi, yok oluşunun...?
O gece eve döndüğümde tek odalı çatı katında beni bekleyen bir sürpriz vardı: bir yabancı. Onu balkonumun önündeki iskemlede oturur halde bulduğumda hala düzeltemediğim bozuk bir aksanla sordum: ‘Ne istiyorsun? Kimsin?’ Aklımdan geçenler tam olarak şunlardı: o ya bir hırsızdı yada bir katil, az sonra harekete geçecekti ve son böyle yazılmıştı kaderde... ‘Korkma’, dedi bana, ‘sadece konuşmak istiyorum’. Paltomu kapının arkasına astım ve sakin bir şekilde masanın üzerindeki çaydanlığa uzandım. ‘Çay?’ Kafasıyla hayır işareti yaparken aslında tam olarak neyi kastettiğini anlamamıştım. ‘Ben kendime yapayım, oldu mu?...’ Az ötedeki musluktan doldurduğum çaydanlığı tek gözlü ocağın üstüne yerleştirdikten sonra yatağımın üzerine oturdum. Beni ziyaret eden kimse olmadığı için odada başka oturacak bir yer de yoktu. ‘Evet, seni dinliyorum...’, dedim. Bana cebinden çıkardığı kağıtları verdi. ‘Bunlar bana ait notlar ve onları sana bırakmak istiyorum, eğer bir sakıncası yoksa’, dedi. Polis tarafından aranıp aranmadığını sordum notlarına göz atarken. Bana bu kadar basit bir şey olmadığını söyledi, notlarda gözüme çarpan şeyler pek anlamlı gelmiyordu bana. ‘Neler olduğunu anlatmak ister misin?’, dedim gözlerinin içine bakarak.
Bana tüm bildiklerini anlattı saatlerce. Bunlara inanmamı bekliyordu ama benim için hiç de kolay değildi bu... Tüm duyduklarımdan sonra onun bir deli olduğunu düşünüyordum. Bana küçük bir gösteri yapmak istediğini söylediğinde gerçekten korkmaya başladım. ‘Bıçağın var mı?’, diye sormuştu. Başımı ‘neden’ anlamında sallayabildim sanırım. Sonunda korktuğum şey başıma gelecekti. Bıçağı ona uzatırken nasıl titrediğimi hatırlıyorum. Bu işkenceyi daha fazla uzatmanın anlamı olmadığını düşünerek bıçağı doğruca koluna sapladı, ucu kolunun diğer yanından fırladı ve daha sonra bıçağı geri çekti. Yüzünde herhangi bir acı belirtisi görmediğim için hayretle ona bakıyordum. Bıçak yarası yavaşça kapandı, dökülen kan ise adeta buharlaşırcasına silindi halının üzerinden. ‘Şimdi bana inanıyor musun?’ Şoku atlattıktan sonra yaranın olması gereken yere dokundum cesaretle. ‘Sen ciddisin!’, diyebildim. Aniden gülmeye başladık, ikimizin de sinirleri bozulmuştu sanırım. ‘Evet, ben artık güneşle buluşmak istiyorum’, dedi daha sonra. ‘Günün ilk ışıklarının beni yeniden bulması için bana yardım et. Artık bu sonsuz gecenin bitmesini istiyorum, benim istediğim şekilde bitmesini. Lütfen.’
Güneşin doğmasına birkaç saat vardı. Din adamlarının neden kimsenin cesaret edemediği şeylerle yüzleşmek zorunda kaldıklarını bilemiyorum ama sanırım bu ödememiz gereken bir bedel bu. Yanında getirdiği kelepçelerle kendini balkonun korkuluğuna bağladı. Anahtarları bana verdi. ‘Ne söylersem söyleyeyim o anahtarları bana asla geri vermeyeceksin. Her şey bitene kadar bekle sadece... Benden arta kalanları bir kutuya koy ve son isteğimi yerine getir.’ Gözlerimin önünde hayali bir manzara belirdi. Bir geminin kıç tarafındaydım, büyük bir adanın önünden geçiyorduk. Güvertede kimsenin olmadığına emin olduktan sonra elimdeki kutuyu açtım ve içindeki külleri denize savurdum... Eğer O bu şekilde var olabiliyorsa bir anlamı olmalıydı!? ‘Bu bir intihar’, dedim. Buna engel olmam gerekiyordu. ‘Beni işleyeceğin bu son günaha alet edemezsin’. ‘Bu şekilde bitmesi gerektiğine sen karar veremezsin’. Kelepçeleri çözdüğümde dişlerini boynuma geçirdiğini hissettim. Çatıdaki azizin öyküsü burada sona eriyor... Anlattıklarım ve anlatacaklarım benim kadar gerçektir.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home